Kelimede vücut bulmamış düşünceler
henüz yaratılmamış insan gibi. Yaratılmamanın verdiği huzur,
masumluk ve güven hissi. Vücut bulmayanın özgürlüğü, taş
derin koridorlarda yankılananın verdiği boşlukta insanın özüyle
çarpışır kimi zaman. Kelimeye dökülen; vucüttan atılmış,
yabancılaşmış, yaban ellere terk edilmiştir artık. Sokağa
bırakılan çocuğun başına ne gelirse kelimelerin de başına o
gelir. Yaratıcının vücut bulmuş düşünceleri insanlar, kemik
ve et giydirdiği düşüncelerine ne kadar sahip çıktığı
muallaktır. Kimin, dışarı atılmış eksik varlıklara neler
yapacağı insanın sonsuza kadar takibinde olamaz. Çünkü insan da
yaratıcının eksik varlığıdır. En güzel kelime söylenemez
miydi? Yaratıcı yoksa bu yetiye sahip değil mi? Tükenen dünya
tükenenlerle idare edilir. Fakat insan eksik olsa da düşüncede
yaratıcıyla kusursuzlukla buluşur. Birbirlerini anlarlar.
Kelimelerin birbirini anlamaması normaldir. Düşünceye en yakın
kelime doğuş anında elden kayan tabak gibi işlevsiz. Düşmemek
için gözlere, ellere, gövdeye, kollara, dudakları yanına almaya
ihtiyaç duyar. Duygular düşünceyle arkaşdaşsa bu tam olarak
gerçekleşebilir. Duygular kadına biçilmiş rol gibi düşünceleri
ateşleyici, arkasını kollayan olmalıdır. Düşünce erkeğe
biçilen rol gibi lider olmalıdır. Fakat duygu lider olduğunda ya
da ikisi liderlik koltuğunu paylaştığında kıyamet denen
gerçekleşebilir. O zaman konuşmalar ve kelimeler geride kalmıştır.
Benlik kendini bulmuştur. Bu denge insanın doğumunun ilk anı, ilk
düşünce belirtisi kadar saftır. Taş duvarların emip püskürdüğü
derin yankı boşluğu kadar bağımsızlık ateşi dengeleri
yakmıştır. Denge yok, kelime yok, eksikler eskide, düşünce ve
duygu bir olmuş, Bir'in kusursuzluğuyla bütünleşmiştir.