14 Şubat kimileri için özel, kimileri için gereksiz, umut, ekmek
parası ya da rant yarışı. Günün anlamının farklılıklara sahip olması özünden
çok uzaklarda olmasından kaynaklanıyor belki, onu özel olarak görenlerin
bile. Gün bir hediyeyle ve özel anlar geçirmekle sonuçlanır. Sadece sevgilisi
olanlara özel bir günmüş gibi. Aslında öyle mi? Gün, sevgilisi olmayanlar
içindir. Eski Roma’da gençler pek imkan bulamazdı sevgili edinmeye. Facebook
yoktu, twitter hak getire, o gün geldiğinde erkekler kavanozların başına
koşuyordu. Kızlar isimlerini yazıp çoktan kavanozlara atmıştı bile. Çekiliş ile
birbirini bulan gençler o gün birlikte zaman geçiriyorlardı. Sadece o gün mü?
Çoğu evlilikle sonuçlanıyordu. Lupercalia Bayramı tam bir bayramdı gençler
için. Juno için de. Roma imparatoru zalim 2. Cladius sevginin ve muhabbetin
üzerine kabus gibi çöktü. Gençlerin sevişmeyi bırakıp savaşmalarını istedi.
Çünkü gençler o kadar birbirini , yuvasını seviyordu ki eline kılıç almak
istemiyordu. Üzerinde kan değil, sevgilinin kokusunu istiyordu. Cladius bütün
evlilikleri, birliktelikleri yasakladı. Aziz Valentin gençleri gizlice
evlendirmeye devam etti fakat yakalanıp dövülerek öldürüldü. Sonra bekar
gençler Lupercalia Bayram’ında putperestler ile birlikte anılmak istemeyip
aşklarının şehidi olan Valentine’yi anmaya başladılar. Yani sevgi sınır,
kimlik, statü tanımadığı gibi bu gün de hiç kimseyi ayırmadan her şeye
ulaşmalı. İnsanlar bir günlüğüne interneti, evi, işi bir kenara bırakıp sokağa
çıksa tanımadığı birinin bir günlüğüne olsa hikayesini dinlese, karşısındaki
tanımadığı rast gele bir insanın gülüşünü izlese, hayallerini dinlese. Sadece
bir güncük. Evlenin demiyorum. Zalim Cladius öldü ama hala bizi sınırlamakta.
Etrafımıza görünmez duvarlar örüp bizi prangaya vurmuştur. Savaşmamızı ister
her zaman. Günümüz müslüman şeriatla yönetilen ülkelerde insanlar bir gün için
bunu yapsa, sopayla dövülüp öldürülenler de olur ama devrim de olur. Aşkın, sevginin
ve insanlığın devrimi.
Salı, Ocak 29, 2013
Kar
Çocukken karın yağması yeryüzüne hediye verilmiş kadar
heyecanlandırırdı beni.Üzerine basmadan yürürdüm, basanlara kızardım.Kayıp
düşmekten korktuğum için değil, güzellikleri bozulmasın diye. O güzelim karı
gri, kirli, çamura dönüştüren arabaları hiç haz etmezdim. Karı seyretmek
inanılmaz zevk veriyordu. Camın önünde saatlerce oturur, kar tanelerinin yer
yüzüne düşerken yer kapma savaşını izlerdim ama hiç sonucu göremezdim. Sonuçta
yer yüzü hepsi için aynı sondu. Annemin dolabında sakladığı gelinliği giyip ya da tülden, perdeden kostümler yapıp evin içinde dolaşıp kendi
imparatorluğumu kuruyordum. Bana imparatorluk kurduran o kostüm şimdi yeryüzünde
bembeyazdı, görkemliydi. Her gün çoğu insanın hesap etmeden adım attığı yeryüzü
artık söz sahibiydi. Ayaklananlar oldu tabi, kazmalarla küreklerle saldıranlar,
devasa makineleriyle yer yüzünden silip atmaya çalışanlar. Bana mısın? Demedi.Fakat zamanla görkemli kıyafeti pörsüdü, soldu, derileri görünmeye başlıyordu. Savunmasız kalmaya başlıyordu. Camdan üzüntüyle seyrediyordum,
sokakta kaldırım kenarında kalmış bır yığın sertleşmiş, kirlenmiş kar
öbeklerini görünce doğan güneşin pek de anlamı olmuyordu benim için. Güzelliği
görmeye müsade eden gücün geldiği yerde hep kar var mıydı? Soğuk ve saf ve narinmiydi
o güç kar gibi? Eminim ki hiç terketmezdi ve söz sahibiydi. Orada kar çok vardı…
Büyüyünce karın nasıl oluştuğunu öğrenince hayallerimi zedelemedi tabi sadece
onu kendim yapmaya kalkıştım. Başarılı oldum tabi ama kar yağınca hissettiğim
duygunun yanından bile geçmiyordu. Bildiklerim elimdeydi, peki ya
hissettiklerim?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)