Çocukken karın yağması yeryüzüne hediye verilmiş kadar
heyecanlandırırdı beni.Üzerine basmadan yürürdüm, basanlara kızardım.Kayıp
düşmekten korktuğum için değil, güzellikleri bozulmasın diye. O güzelim karı
gri, kirli, çamura dönüştüren arabaları hiç haz etmezdim. Karı seyretmek
inanılmaz zevk veriyordu. Camın önünde saatlerce oturur, kar tanelerinin yer
yüzüne düşerken yer kapma savaşını izlerdim ama hiç sonucu göremezdim. Sonuçta
yer yüzü hepsi için aynı sondu. Annemin dolabında sakladığı gelinliği giyip ya da tülden, perdeden kostümler yapıp evin içinde dolaşıp kendi
imparatorluğumu kuruyordum. Bana imparatorluk kurduran o kostüm şimdi yeryüzünde
bembeyazdı, görkemliydi. Her gün çoğu insanın hesap etmeden adım attığı yeryüzü
artık söz sahibiydi. Ayaklananlar oldu tabi, kazmalarla küreklerle saldıranlar,
devasa makineleriyle yer yüzünden silip atmaya çalışanlar. Bana mısın? Demedi.Fakat zamanla görkemli kıyafeti pörsüdü, soldu, derileri görünmeye başlıyordu. Savunmasız kalmaya başlıyordu. Camdan üzüntüyle seyrediyordum,
sokakta kaldırım kenarında kalmış bır yığın sertleşmiş, kirlenmiş kar
öbeklerini görünce doğan güneşin pek de anlamı olmuyordu benim için. Güzelliği
görmeye müsade eden gücün geldiği yerde hep kar var mıydı? Soğuk ve saf ve narinmiydi
o güç kar gibi? Eminim ki hiç terketmezdi ve söz sahibiydi. Orada kar çok vardı…
Büyüyünce karın nasıl oluştuğunu öğrenince hayallerimi zedelemedi tabi sadece
onu kendim yapmaya kalkıştım. Başarılı oldum tabi ama kar yağınca hissettiğim
duygunun yanından bile geçmiyordu. Bildiklerim elimdeydi, peki ya
hissettiklerim?
1 yorum:
çok güzel bir yazı..:)
Yorum Gönder