Kitapların yazarı Dmitry Glukhovsky Kudüs'teki Hebrew Üniversitesinde Gazetecilik ve Uluslararası ilişkiler okudu. Neredeyse bütün dünyayı dolaştı. Çernobil faciasını filme almak için bölgede bulundu. Sürükleyici bir o kadar da olası nükleer savaşta insanlığın düştüğü durumu adeta simülasyon tarzında ele alan kitapları bilim kurgu alanında dikkate değer yerlerini aldı. Kitapların bilgisayar oyunu da piyasaya sürüldü.
Andarkan
Türk mitolojisinde ateş ülkesinin efendisi.
Pazar, Nisan 03, 2016
Dmıtry Glukhovsky: Metro2033, Metro2034
Çarşamba, Mayıs 13, 2015
Geert Kımpen: Kabalist
İslamda genelde
peygamber sünnetlerinin uygulanması karşılığında kişinin
sevap kazanacağı öğretilir. Fakat bunun bedensel yararları ve
görülmeyen nedenleri üzerinde pek az açıklama vardır. Örneğin
sağ elle yemek yenilmesi, kedi beslemek vs. Sevap
karşılığında mı yapılıyor? Şüphesiz. Bu kitapta kabalaya
kabataslak bakıldığında islamda olan sünnetlerin ve kabalaya
giriş niteliğindeki öğretilerde evrenle uyum yasaları
olduğunu görüyoruz. Tevrat
aritmetiği, ve Tevrat'ın semantolojisi hakkında verdiği ip uçlarının aynısı Kuran için de kullanılabilir.
Kabala
bir bilimdir. Günümüz bilim anlayışı kendi içinde dönüp
dururken örn: Psikoloji, tıp vs. ( Fizik diğer alanlara göre daha
anlayışlı gibi geliyor.) Metafizik olaylara cevapsız kalıyor. Hal böyleyken bir cevap aranıyor. Rasyonel cevaplar, öyle ki her şeyi değiştirebilecek cevaplar belki. Yalnız günümüzde kabala özünden
ayrılmış . Bu kesinlik kazanmıştır. Aleyhte
kullanıldığında şeytani öğretiye ve ritüele dönüşmesi
işten bile değildir. Kitapta bunlara cevap aramaya çalıştım. Tabi ki kabalayı olduğu gibi incelemesini bekleyemezdim fakat yararı oldu.
Kitapta
kurgulanan olaylar 15.yy'da geçiyor. Objektif yaklaşımlar var
örneğin; Osmanlı'nın Safed'de ve Kudüs'de sert fakat adaletli
yaklaşımından bahsediliyor. Her iki dine de eşit yaklaşımlar
var. Bu çok ilginç. Geert Kımpen küçük tiyolar da vermiş.
Abrakadabra meselesini denemeden edemeyeceksiniz bana göre. Dan
Brown'un esintileri görülüyor. Kitabın sakin akışı hayal
ettiğimiz 15. yy yaşam tarzını bizim gibi algıladığını
yansıtması ustaca olmuş.
Salı, Mayıs 05, 2015
ÇAĞLAR ERBEK: TÜRK MİTOLOJİSİNDE KANATLI AT “TULPAR”
ÇAĞLAR ERBEK: TÜRK MİTOLOJİSİNDE KANATLI AT “TULPAR”: Çağlar Erbek, İzmir 2015 Türk Mitolojisinde evren üç dünyadan oluşur: Üst Dünya (Gök), Orta Dünya (Yer) ve Alt Dünya (Yer Altı). Bu...
Pazar, Mayıs 03, 2015
ÇAĞLAR ERBEK: TÜRKLERDE "YAŞAM AĞACI"
ÇAĞLAR ERBEK: TÜRKLERDE "YAŞAM AĞACI": Çağlar Erbek, İzmir 2015 2014 Yılında Kazakistan'ın Aktobe kentinde katıldığımız " Türk Halklarının Kültürel Mirası" ...
Cuma, Nisan 17, 2015
Khaled Hosseını: Ve Dağlar Yankılandı
Khaled Hosseını'nin peşine
takılırsanız, afganların içinde gezip. Afganistan'ın bir çok köşesine girip
çıkabilir, zaman zaman onlara küfür edip, zaman zaman da
bağlarının peşinde koşmayı başarabilmiş insanlarına
hayranlık duyabilirsiniz.
Hosseını'nin '' Ve Dağlar Yankılandı
'' kitabı '' Bin Muhteşem Güneş '' ve '' Uçurtma Avcısı '' kitaplarına göre kurgu yönünden daha çok gelişim göstermiş ve okuyucunun
dikkatini yoğun tutmayı başarabilmiş. Kurgusal yönden yine
klasik tarzda fakat kişilere ve coğrafyalara diğer kitaplarına
nazaran daha çok objektif bakmış. Hepsini masaya yatırmıştır.
Doğudaki ve batıdaki ilişkileri detaylarıyla gözlemlemiş,
aralarında farkları ve benzerlikleri açığa çıkarmaya
çalışmıştır. '' Kilometre başına bin trajedinin düştüğü
'' Afganistan topraklarını konu alan roman, hüzünden ve
kırıklıktan beslenmişse de yaratıcılığın ortalarında
kalmıştır. Anlatım tarzındaki detaylar demek istenileni açıkça
ortaya koyduğu bölümler harika örneğin; '' Hayat kadınının
müşterisine yaklaşmadan önce pilavı eliyle yiyip daha sonra
elini çıkardığı pantolonuna silmesi, lokantadaki menülerin
yapış yapış olması, Abdullah'ın kızının babasına aptal bir
Orta doğulu benzetmesi yapması... '' Bunlar yazarın kendi halkıyla
ne tür sorunlarının olduğunu belirtiyor.
Pazartesi, Mart 30, 2015
Boş
Ne söylesek boş. Ne
yapsak. Hikaye yazsak boş. İzlesek de. Oynasak da boş ölsek de.
Yaşayamıyoruz da. Kendi çapında ünlü bir kadın elinin resmini
çekip sosyal medyada yayınlıyor ve onlarca insan elinin ne kadar
çirkin olduğunu ifade ediyor yorumlarda. İşte bu kadar boş.
Engelli doğulur belki. Kaza sonucu da olunur. Ama öğrenilmiş
engeliliğe ne yapsak boş. Uzay boşluğu deriz. Göremediğimiz
alanlara boş deriz. Ne kadar boş olduğu şüpheli ama terk edilmiş
ve asla geri dönülmeyen yerler ve olgular asıl boşluğu
oluşturur. Ne insan vardır ne cin. Ne şeytan ne ruh. Rüyalara
bile girmez o yer o insan. Kıyamet bile kopmaya gerek duymaz.
Cennet, cehennem bile yaratılmaz. Tepkiye söyleyecek bir şeyi
yoktur o etkisizin. O kadar boştur. Karanlık ve kölelik çağıdır
bu. Anlat anlat bitmez. Geçmişin salakları geleceğin fıkrası
olup kitapların arasında ifadesiz bakacak yüzlere. Geleceğin
mitolojisini yazanlar büyük kazık yemiş olanlar olacaktır. İşte
böyle bir boşlukta biraz doluluk oranına sahip olan delilik
sınırına yaklaşıp kendi seçimiyle ölmeden doğal yolla
burasını terk edene yalnız kahraman denir. Kahramanlarsa hep bu
zamana kadar kitleleler için mücadele etmişse de aslında kendi
vicdanıyla büyük savaşlar vermiştir. Kendi vicdanını susturmak
ve ikna etmek için yüksek sesle bağırmıştır. Bir sürüye ''
Yurttaşlarım... '' demiştir. '' Zekidir... '' '' Çalışkandır...
'' demiştir. Çünkü saydam ve zarı ince olan vicdan bir sürüye
bile acıyabilir. Ezileceğini bile bile. Kimse kimseyi kurtarmaya
gelmemiştir bu terk edilmiş yere. Herkes kendini kurtarmaya
gelmiştir. Öyle de gitmiştir. Gerçekler yıldızların gerisinde
kalan karanlık, dünya savaşından önce yaşanan bunalımmışçasına
sonuca odaklı yaşar ve ilk parlayanın üzerine konar. Bilinen ve
bilinmeyenle her bir nörondan ter akıtır. Bu bile harekete
geçmiyorsa sinir sistemini zorlar. Belki sonsuza dek. Belki rahmete
uğrar. Tek bir sinir hücresi yapamayan terk edilmişler bir eli
beğenmiyorsa sabahtan akşama kadar maruz kaldığı parmak
darbelerini hissetmiyorsa, bunu okuyan engelli birinin, evden
çıkamayan özel gereksinimli birinin ne kadar etkileneceğini tabi
ki tahmin edemez. Liderleri harcayan, insanlardan umudu olanları
utandıran bu çok acil işleri olan büyük insanlar, sürekli büyük
işler yaptığı telefonlarından ayrılmayıp, çok önemli
bilgiler paylaştığı sosyal medya hesaplarında hastanenin
ortasına eden kadını paylaşıp espri malzemesi yaptı.Kadının
dolaşım sisteminin hastalıklı olup olmadığını düşünemedi.
Akli dengesinin yeterli olup olmadığını tahmin edemedi.
Akrabalarının, çoluğunun çocuğunun olup olmadığını
bilemedi. Elektirikler gitmedi. Uydular çökmedi. Göktaşı
tepemize inmedi. Kadın sıçtı. İnsanlar güldü. Gece oldu. Uykum
geldi.
Cuma, Mart 20, 2015
Koridor
Öyle güzeldi ki. Sessiz
koridordu. Bembeyaz. Sandalyelerden birinde oturuyordum. Yanımda
beyaz bir sedye vardı. O kadar. Biraz uzağımda morgun kapısı
açıktı. Beyaz kapısı. Bahçeye güneş ışığı vuruyordu. O
kadar sessiz ve huzurluydu ki. Morgun kapısı ileri geri gitmeye
başladı. Kafamı oraya çevirdim. Islık gibi gıcırdaması melodi
gibi geldi. Yankılanarak devam etti. Sonsuza kadar dinlerdim. Dünya
beni orada unutsa hayır demezdim. Orada barıştım ruhumla. Beynim
de koridor gibi bomboştu. İlk defa mutluluğa orada yaklaştım.
Kafamı duvara yaslayıp bu enerjinin vücuduma girmesini bekledim.
Daha fazla almak için nefes alacaktım ki morgun kapısındaki
görevli beni tavandan aşağı düşürdü. Şaşkınlıkla yanına
gittim. '' Görebilirsiniz. '' dedi. İçeri girdiğimde Babaannem
yatıyordu. Ölü birine ilk defa bu kadar yakından bakıyordum.
Yüzü normaldi. Sağ elimin işaret parmağımla yüzüne dokundum.
Yaptığım hareket utanç vericiydi. İyi ki yanımda kimse yoktu.
Onun öldüğüne üzüldüğümden değil de bu bilinmezlik
karşısında çaresizlikten gözlerimden yaş geldi. Bir an yüzüne
baktığımda kaşlarını çatmıştı sanki. Göz yanılması olup
olmadığından emin değilim. Onu orada bıraktım. Koridor büyüsünü
kaybetmişti. Evde ağlayanlar, tanıdıklar vs. Gömüleceği gün
bahçede halamlarla otururken birden balkonun kapısınan Babaannemin
bize baktığını gördüm. Vücudunun yarısı gözüküyordu.
Hiçbir şey demedim. Hayal gördüğümü düşündüm. O an
yanımdaki halam da diğer halama aynen şöyle dedi. '' Sevil, deli
olduğumu düşüneceksin ama ben az önce balkonun kapısında
annemi gördüm. '' O an ne yapabilirdim ki? Hiçbir şey demedim.
Babaannem gömüldü. Herkes eve sığmaya çalıştı ve gece
uyumaya çalıştı. Ben de salonda koltuğun üzerinde uyumaya
çalışıyordum. Işık sönüktü. Uykuya dalmaya yakın mutfağın
kapısının önünde babaannem bana bakıyordu ve ensesini
tutuyordu. Balkonda gördüğümde de ensesini tutuyordu. Öylece
özlermiş gibi, imrenirmiş gibi bakıyordu. Bedeni saydam ve beyaz
gri karışımı tam anlamıyla hologram tanımına uyuyordu.
Sessizce toplandım ve halamların odasına girdim. Aralarında
yattım ve ağzımda sakızı unutup uyudum. Sabah kalktığımızda
herkesin saçı başı sakız olmuştu. Daha sonra görmedim.
Mezarına da gitmedim. Şiddetli bir yirmi yedi yaş krizi
geçiriyorum. Hayatın çeyreği. Yaşayabileceğim her şeyi yaşayıp
ne kadar işe yaramaz ve başarısız olduğumu gördüm. Başarılı
gibi gözüksem de kimsenin yarasını saramadım ya da köleliği
biraz daha körükledim. Bir bebekle tekrar doğarım diye
düşünüyorum. Ona verebilecek bir şeyim ve umudum yok. Onu
dünyaya neden getirdiğime dair tatmin edici cevabım olmayacak.
Hiçbir şeye çare olmadığını daha çok berbat ettiğini ama
çelişkiler içinde boğulduğunu görünce belki benim gibi güçlü
olamayacak. Vicdanı ve gerçekler arasında sıkışıp kalacak. Bir
aşk bebeği daha solup gidecek ve bu sadece kendi sorunu olacak.
Benim suçluluğum bin kat daha artacak. Belki benim annemle
konuştuğum anlar gibi gözyaşlarını tutamayacak. Ağladığımı
izlememek için benden kaçacak. Hayattaki en büyük başarım
çocuğumun karşısında ağlamamak olacak. Belki rol yapa yapa
unuturuz ağlamayı. Belki mutlu etmek için gülümseye gülümseye
unuturuz bunları. O gerçekten mutlu olur belki, ben de belki. Belki
de hiçbiri olmaz. Yirmi yedi yıl savaşlarla, boş entrikalarla,
saçma umutlarla, tutkularla, kursakta kırılmış heveslerle dolu.
Bundan sonra da farklı olmayacak. Henüz dünyada ilahi devrim
başlamadıkça. Dünyayı kana bulamadıkça. Dünya çapında
özgürlük savaşı vermedikçe. Neden farklı olsun ki? Onca sanat
denilen eserler ve vaazlar bir tecavüzü önleyemedikçe? Nasıl
farklı olabilir androidle resmi çekilmiş bir tabak yemek yerini
yurdunu terk etmiş ve artık gözlerine mülteci bakışı takmış
insanın boğazından geçmedikçe? Milyonlarca benzer söylenmiş
cümleler hep havada kalmışsa? Vicdanlar mühürlenmiş, kibirden
bir iş yapamaz hale gelmişse? İnsanın bir tarafları acıyor ve
boydan boya yarılıp kanıyor anlatabiliyor muyum? Boşa
konuşmaktan. Boşa konuşmak öyle acı vericidir ki bir sınıfın
siz bir şey anlatırken yüzünüze bakmaya gerek duymadığınızı
düşünün. Ve bunun sebepleri milyonlarca ve hiçbir şey
yapamadığınızı. Hadi o kadar kafama takmayayım o zaman.
Hamallığımı ve eşekliğimi sineye çekeyim. Çekmezsem de bir
yirmi yedi yıl savaşlarla geçsin. Geçsin geçsin ama çok çabuk
geçsin. Beyaz koridora nasıl geldiğimi anlamayayım bile.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)