Öyle güzeldi ki. Sessiz
koridordu. Bembeyaz. Sandalyelerden birinde oturuyordum. Yanımda
beyaz bir sedye vardı. O kadar. Biraz uzağımda morgun kapısı
açıktı. Beyaz kapısı. Bahçeye güneş ışığı vuruyordu. O
kadar sessiz ve huzurluydu ki. Morgun kapısı ileri geri gitmeye
başladı. Kafamı oraya çevirdim. Islık gibi gıcırdaması melodi
gibi geldi. Yankılanarak devam etti. Sonsuza kadar dinlerdim. Dünya
beni orada unutsa hayır demezdim. Orada barıştım ruhumla. Beynim
de koridor gibi bomboştu. İlk defa mutluluğa orada yaklaştım.
Kafamı duvara yaslayıp bu enerjinin vücuduma girmesini bekledim.
Daha fazla almak için nefes alacaktım ki morgun kapısındaki
görevli beni tavandan aşağı düşürdü. Şaşkınlıkla yanına
gittim. '' Görebilirsiniz. '' dedi. İçeri girdiğimde Babaannem
yatıyordu. Ölü birine ilk defa bu kadar yakından bakıyordum.
Yüzü normaldi. Sağ elimin işaret parmağımla yüzüne dokundum.
Yaptığım hareket utanç vericiydi. İyi ki yanımda kimse yoktu.
Onun öldüğüne üzüldüğümden değil de bu bilinmezlik
karşısında çaresizlikten gözlerimden yaş geldi. Bir an yüzüne
baktığımda kaşlarını çatmıştı sanki. Göz yanılması olup
olmadığından emin değilim. Onu orada bıraktım. Koridor büyüsünü
kaybetmişti. Evde ağlayanlar, tanıdıklar vs. Gömüleceği gün
bahçede halamlarla otururken birden balkonun kapısınan Babaannemin
bize baktığını gördüm. Vücudunun yarısı gözüküyordu.
Hiçbir şey demedim. Hayal gördüğümü düşündüm. O an
yanımdaki halam da diğer halama aynen şöyle dedi. '' Sevil, deli
olduğumu düşüneceksin ama ben az önce balkonun kapısında
annemi gördüm. '' O an ne yapabilirdim ki? Hiçbir şey demedim.
Babaannem gömüldü. Herkes eve sığmaya çalıştı ve gece
uyumaya çalıştı. Ben de salonda koltuğun üzerinde uyumaya
çalışıyordum. Işık sönüktü. Uykuya dalmaya yakın mutfağın
kapısının önünde babaannem bana bakıyordu ve ensesini
tutuyordu. Balkonda gördüğümde de ensesini tutuyordu. Öylece
özlermiş gibi, imrenirmiş gibi bakıyordu. Bedeni saydam ve beyaz
gri karışımı tam anlamıyla hologram tanımına uyuyordu.
Sessizce toplandım ve halamların odasına girdim. Aralarında
yattım ve ağzımda sakızı unutup uyudum. Sabah kalktığımızda
herkesin saçı başı sakız olmuştu. Daha sonra görmedim.
Mezarına da gitmedim. Şiddetli bir yirmi yedi yaş krizi
geçiriyorum. Hayatın çeyreği. Yaşayabileceğim her şeyi yaşayıp
ne kadar işe yaramaz ve başarısız olduğumu gördüm. Başarılı
gibi gözüksem de kimsenin yarasını saramadım ya da köleliği
biraz daha körükledim. Bir bebekle tekrar doğarım diye
düşünüyorum. Ona verebilecek bir şeyim ve umudum yok. Onu
dünyaya neden getirdiğime dair tatmin edici cevabım olmayacak.
Hiçbir şeye çare olmadığını daha çok berbat ettiğini ama
çelişkiler içinde boğulduğunu görünce belki benim gibi güçlü
olamayacak. Vicdanı ve gerçekler arasında sıkışıp kalacak. Bir
aşk bebeği daha solup gidecek ve bu sadece kendi sorunu olacak.
Benim suçluluğum bin kat daha artacak. Belki benim annemle
konuştuğum anlar gibi gözyaşlarını tutamayacak. Ağladığımı
izlememek için benden kaçacak. Hayattaki en büyük başarım
çocuğumun karşısında ağlamamak olacak. Belki rol yapa yapa
unuturuz ağlamayı. Belki mutlu etmek için gülümseye gülümseye
unuturuz bunları. O gerçekten mutlu olur belki, ben de belki. Belki
de hiçbiri olmaz. Yirmi yedi yıl savaşlarla, boş entrikalarla,
saçma umutlarla, tutkularla, kursakta kırılmış heveslerle dolu.
Bundan sonra da farklı olmayacak. Henüz dünyada ilahi devrim
başlamadıkça. Dünyayı kana bulamadıkça. Dünya çapında
özgürlük savaşı vermedikçe. Neden farklı olsun ki? Onca sanat
denilen eserler ve vaazlar bir tecavüzü önleyemedikçe? Nasıl
farklı olabilir androidle resmi çekilmiş bir tabak yemek yerini
yurdunu terk etmiş ve artık gözlerine mülteci bakışı takmış
insanın boğazından geçmedikçe? Milyonlarca benzer söylenmiş
cümleler hep havada kalmışsa? Vicdanlar mühürlenmiş, kibirden
bir iş yapamaz hale gelmişse? İnsanın bir tarafları acıyor ve
boydan boya yarılıp kanıyor anlatabiliyor muyum? Boşa
konuşmaktan. Boşa konuşmak öyle acı vericidir ki bir sınıfın
siz bir şey anlatırken yüzünüze bakmaya gerek duymadığınızı
düşünün. Ve bunun sebepleri milyonlarca ve hiçbir şey
yapamadığınızı. Hadi o kadar kafama takmayayım o zaman.
Hamallığımı ve eşekliğimi sineye çekeyim. Çekmezsem de bir
yirmi yedi yıl savaşlarla geçsin. Geçsin geçsin ama çok çabuk
geçsin. Beyaz koridora nasıl geldiğimi anlamayayım bile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder