Bütün gün kedinin
mutluluğunu izleyip sinirleniyorum. Yemek yemekten, uyumaktan,
perdenin arkasını kendisi için mekan belleyip kendi kendine
yettiği için. Rahatsız olduğu hiçbir şey yok. Beni rahatsız
etmekten zevk alıyor. Birkaç santimetre ötemde huzur varken ben
neden huzursuzum? Çocukken kendime minderlerden ev yapıp dünyanın
en mutlusu olabiliyorken şimdi karanlıkta kaçırmamak için
bileğinden sımsıkı tuttuğum çocuğun yüzünü göremiyorum.
O nedenle bu nedenle...
İstemediğimiz hayatı yaşamaktan zevk alır duruma o kadar
gelmişiz ki istemediğimiz şeyleri inadına yapıyoruz. Acı çeke
çeke, zevk ala ala. Çünkü başka çaremiz yok.
Mutluluk, vaad edilen
özgürlük gibi asla gelmeyecek olan. Belki de gelir. Ama çok kan
dökerek.
Bu gerçeği
kabullenenler gerçeklere uçurtmanın ipi gibi yer yüzüne tutunmuş
ama hayalleri süzülenlerdir. Herkes biliyor. Herkes farkında.
Doğumumu planlanan, hayatı planlanan, planlarda ömür
tüketen, yeterli veya yetersiz kişilerin kovalamacadan ibaret
zavallı hayatında böyle olmaması gerektiğinin herkes farkında.
Ve bir sapkınlık oluşmuş. İstenilmeyen eşyalar alınır.
İstenilmeyen yerlere gidilir. Gerçekten istenip istenilmediğinin
farkında olunmaz. Kararlarımıza reklamlar karar verir.
Partnerimize hayat şartları veya dikte edilen imajlar karar verir
çünkü. .
Bu yüzden biz sapkın
insanlar bir ağacın gölgesinde en fazla beş saniye iyi
hissederiz. Yapılacak işlerimiz vardır. Yine istemediklerimizin,
olmazların peşinden koştuğumuz için dizlerimiz kanamıştır.
Dikseklerimiz soyulmuştur. Nehirde sürünlenmek gibi yani. Sadece
arkaya bakarız. Şimdi benim yaptığımsa kıyıya yüzüp
birşeylere tutunmak. Ama şu an ikiye ayrılmış gibiyim. Bütün
vücudum diş hassasiyeti acısı çekiyor. Bazen kör müyüm diye
şüpheleniyorum çünkü bu kadar olmaz. Zaten sadece boyama
ihtiyacı duyduğum gözümünse ileriden başka bir yeri göreceğini
de zannetmiyorum. Arkasında gözü olan öğretmen bile geçmişini
artık göremez.
Kaybetmenin tadı apayrı.
Ama kantarın ucunu kaçırmadan kaybetmek gerekiyor. Biz piskopatlar
bazen öyle şeyler yaparız. Kazanmak için herşeyi göze alsak da
bazen kedi gibi bardağı milim milim masanın kenarına itekleriz.
'' Benim iradem, benim seçeneğim. Kazanmak zorunda değilim. Kendi
seçimimle kırdım. '' deriz. Bu bizi iyi hissettirir. İlişkilerde
de öyle. Kırarız ama sonrasında bir üzüntü '' Ahlar..
Vahlar... '' Bunu hayatlar için de çekeriz. Biz hayal kurup '' Ah
'' çekmek için buraya geldik. Yalan mı? Bunun böyle olmaması
gerektiğini hepimiz iyi biliyoruz.
Peki ne olmalı? Yani ne
olur da....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder