Cumartesi, Aralık 28, 2013

Ölülerle Empati Yapmak


Göz bebeğine yansıyan kibritin ateşiymişçesine kavruluyordu gerçekler. Gerçekler, ihtimallerle boğuşup varlık savaşına girerken, yine bir gerçeklik arayışı sıkıştırırdı kalbi. Kalbi yarıp çıkmaya çalışan iri böcek ağızdan çıkıp nefes almak ister. Hızlı akan kanla beraber artık kalbimize yuvalananları serbest mi bırakmalıyız? Vücutta başlayan sancının nerede olduğu anlamaya çalışırken gerçeklerin elden kaçtığı, gerçeklerin birbirine düğümlenip tek olmanın mücadelesini verdiği, tek olmak istemeyenlere saygı duyup duymama ikilemi sancı verir mideye. Mideyi yarıp serbest kalmak isteyen umutsuz sindirilmemişler kaynamaya başlar. Bir umutla duvarı tekmeler.

Hangi deniziz? Hangi teliz? Neredeyiz? Yaşam boyu bunların hepsinin cevabını verip de gerçek bir soruyla karşılaşan bir balıktan daha aciz. Empati yapmak; insanlarla, hayvanlarla, bitkilerle yeryüzünde ne varsa hepsiyle empati yapabiliriz. Bir tek ölülerle yapamayız. Bizi çılgına çeviren, kaçıran, her şeyin başı ölüler değil mi? Ayak izleri, gülüşleri, gözyaşları nerede? Bilinmezlik ve ölüler insanlığa karşı gizli işbirliği içinde değil mi? Bu ölüler dünyanın en zeki, en varlıklı, en modern insanlarının aklını kaçırtıp onu sonsuzluk yalanına inandırmaya zorlamadı mı? Ve onlara sonsuzluğu vadeden varlığa bütün dünyayı kurban etmeye zorlamadı mı?

Senelerdir toprağın altında, ateşin savrulan kıvılcımında, bedeni yeryüzünü mezar bellemişler insanlığa isyan bayrağını çekip son sözünü söyleyip bizi bilinmezliklere boğup gitmediler mi? Bir insan nasıl…? Bu olacak şey değildi… Biz insanız, dünyayı suçlamak ve var olmak için geldik. Bu yüzden ölülerimizi hemen paketleyip süsleyip ortadan kaldırırız.  Bunun içindir ki onların evi gözümüzden uzak olmalıdır. Şehir dışında, ülke dışında, uzaya, daha uzağa… Biz onlara sırtımızı döneriz, gerçekliğin bize sırtını döndüğü gibi.