Pazar, Nisan 03, 2016

Dmıtry Glukhovsky: Metro2033, Metro2034

Yaşam sıradan insanlar için akıp giderken, dünyanın patronları nükleer füzelerin fitilini ateşler ve  o sırada tesadüfen veya kasıtlı olarak Moskova'daki yeraltından geçen metroda yolculuk yapanlar, milyonlarca kavrulan ve toz olan insanlardan biri olmaktan  şans eseri kurtulmuştur. Yer yüzünde yaşam sona ermiş ve insanlık yeraltına çekilerek yerini mutantlara ve çeşitli yaratıklara, kavurucu ışınlara bırakmıştır. Felaketten önceki ideolojik, ırksal, ekonomik savaşlar yeraltında da devam etmiştir.


Kitapların yazarı Dmitry Glukhovsky Kudüs'teki Hebrew Üniversitesinde Gazetecilik ve Uluslararası ilişkiler okudu. Neredeyse bütün dünyayı dolaştı. Çernobil faciasını filme almak için bölgede bulundu. Sürükleyici bir o kadar da olası nükleer savaşta insanlığın düştüğü durumu adeta simülasyon tarzında ele alan kitapları bilim kurgu alanında dikkate değer yerlerini aldı. Kitapların bilgisayar oyunu da piyasaya sürüldü.











Çarşamba, Mayıs 13, 2015

Geert Kımpen: Kabalist

İslamda genelde peygamber sünnetlerinin uygulanması karşılığında kişinin sevap kazanacağı öğretilir. Fakat bunun bedensel yararları ve görülmeyen nedenleri üzerinde pek az açıklama vardır. Örneğin sağ elle yemek yenilmesi, kedi beslemek vs. Sevap karşılığında mı yapılıyor? Şüphesiz. Bu kitapta kabalaya kabataslak bakıldığında islamda olan sünnetlerin ve kabalaya giriş niteliğindeki öğretilerde evrenle uyum yasaları olduğunu görüyoruz. Tevrat aritmetiği, ve Tevrat'ın semantolojisi hakkında verdiği ip uçlarının aynısı Kuran için de kullanılabilir.

Kabala bir bilimdir. Günümüz bilim anlayışı kendi içinde dönüp dururken örn: Psikoloji, tıp vs. ( Fizik diğer alanlara göre daha anlayışlı gibi geliyor.) Metafizik olaylara cevapsız kalıyor. Hal böyleyken bir cevap aranıyor. Rasyonel cevaplar, öyle ki her şeyi değiştirebilecek cevaplar belki.  Yalnız günümüzde kabala özünden ayrılmış . Bu kesinlik kazanmıştır. Aleyhte kullanıldığında şeytani öğretiye ve ritüele dönüşmesi işten bile değildir. Kitapta bunlara cevap aramaya çalıştım. Tabi ki kabalayı olduğu gibi incelemesini bekleyemezdim fakat yararı oldu. 


Kitapta kurgulanan olaylar 15.yy'da geçiyor. Objektif yaklaşımlar var örneğin; Osmanlı'nın Safed'de ve Kudüs'de sert fakat adaletli yaklaşımından bahsediliyor. Her iki dine de eşit yaklaşımlar var. Bu çok ilginç. Geert Kımpen küçük tiyolar da vermiş. Abrakadabra meselesini denemeden edemeyeceksiniz bana göre. Dan Brown'un esintileri görülüyor. Kitabın sakin akışı hayal ettiğimiz 15. yy yaşam tarzını bizim gibi algıladığını yansıtması ustaca olmuş. 

Salı, Mayıs 05, 2015

Pazar, Mayıs 03, 2015

ÇAĞLAR ERBEK: TÜRKLERDE "YAŞAM AĞACI"

ÇAĞLAR ERBEK: TÜRKLERDE "YAŞAM AĞACI": Çağlar Erbek, İzmir 2015 2014 Yılında Kazakistan'ın Aktobe kentinde katıldığımız " Türk Halklarının Kültürel Mirası" ...

Cuma, Nisan 17, 2015

Khaled Hosseını: Ve Dağlar Yankılandı

Khaled Hosseını'nin peşine takılırsanız, afganların içinde gezip. Afganistan'ın bir çok köşesine girip çıkabilir, zaman zaman onlara küfür edip, zaman zaman da bağlarının peşinde koşmayı başarabilmiş insanlarına hayranlık duyabilirsiniz.


Hosseını'nin '' Ve Dağlar Yankılandı '' kitabı '' Bin Muhteşem Güneş '' ve '' Uçurtma Avcısı '' kitaplarına göre kurgu yönünden daha çok gelişim göstermiş ve okuyucunun dikkatini yoğun tutmayı başarabilmiş. Kurgusal yönden yine klasik tarzda fakat kişilere ve coğrafyalara diğer kitaplarına nazaran daha çok objektif bakmış. Hepsini masaya yatırmıştır. Doğudaki ve batıdaki ilişkileri detaylarıyla gözlemlemiş, aralarında farkları ve benzerlikleri açığa çıkarmaya çalışmıştır. '' Kilometre başına bin trajedinin düştüğü '' Afganistan topraklarını konu alan roman, hüzünden ve kırıklıktan beslenmişse de yaratıcılığın ortalarında kalmıştır. Anlatım tarzındaki detaylar demek istenileni açıkça ortaya koyduğu bölümler harika örneğin; '' Hayat kadınının müşterisine yaklaşmadan önce pilavı eliyle yiyip daha sonra elini çıkardığı pantolonuna silmesi, lokantadaki menülerin yapış yapış olması, Abdullah'ın kızının babasına aptal bir Orta doğulu benzetmesi yapması... '' Bunlar yazarın kendi halkıyla ne tür  sorunlarının olduğunu belirtiyor.  

Pazartesi, Mart 30, 2015

Boş

Ne söylesek boş. Ne yapsak. Hikaye yazsak boş. İzlesek de. Oynasak da boş ölsek de. Yaşayamıyoruz da. Kendi çapında ünlü bir kadın elinin resmini çekip sosyal medyada yayınlıyor ve onlarca insan elinin ne kadar çirkin olduğunu ifade ediyor yorumlarda. İşte bu kadar boş. Engelli doğulur belki. Kaza sonucu da olunur. Ama öğrenilmiş engeliliğe ne yapsak boş. Uzay boşluğu deriz. Göremediğimiz alanlara boş deriz. Ne kadar boş olduğu şüpheli ama terk edilmiş ve asla geri dönülmeyen yerler ve olgular asıl boşluğu oluşturur. Ne insan vardır ne cin. Ne şeytan ne ruh. Rüyalara bile girmez o yer o insan. Kıyamet bile kopmaya gerek duymaz. Cennet, cehennem bile yaratılmaz. Tepkiye söyleyecek bir şeyi yoktur o etkisizin. O kadar boştur. Karanlık ve kölelik çağıdır bu. Anlat anlat bitmez. Geçmişin salakları geleceğin fıkrası olup kitapların arasında ifadesiz bakacak yüzlere. Geleceğin mitolojisini yazanlar büyük kazık yemiş olanlar olacaktır. İşte böyle bir boşlukta biraz doluluk oranına sahip olan delilik sınırına yaklaşıp kendi seçimiyle ölmeden doğal yolla burasını terk edene yalnız kahraman denir. Kahramanlarsa hep bu zamana kadar kitleleler için mücadele etmişse de aslında kendi vicdanıyla büyük savaşlar vermiştir. Kendi vicdanını susturmak ve ikna etmek için yüksek sesle bağırmıştır. Bir sürüye '' Yurttaşlarım... '' demiştir. '' Zekidir... '' '' Çalışkandır... '' demiştir. Çünkü saydam ve zarı ince olan vicdan bir sürüye bile acıyabilir. Ezileceğini bile bile. Kimse kimseyi kurtarmaya gelmemiştir bu terk edilmiş yere. Herkes kendini kurtarmaya gelmiştir. Öyle de gitmiştir. Gerçekler yıldızların gerisinde kalan karanlık, dünya savaşından önce yaşanan bunalımmışçasına sonuca odaklı yaşar ve ilk parlayanın üzerine konar. Bilinen ve bilinmeyenle her bir nörondan ter akıtır. Bu bile harekete geçmiyorsa sinir sistemini zorlar. Belki sonsuza dek. Belki rahmete uğrar. Tek bir sinir hücresi yapamayan terk edilmişler bir eli beğenmiyorsa sabahtan akşama kadar maruz kaldığı parmak darbelerini hissetmiyorsa, bunu okuyan engelli birinin, evden çıkamayan özel gereksinimli birinin ne kadar etkileneceğini tabi ki tahmin edemez. Liderleri harcayan, insanlardan umudu olanları utandıran bu çok acil işleri olan büyük insanlar, sürekli büyük işler yaptığı telefonlarından ayrılmayıp, çok önemli bilgiler paylaştığı sosyal medya hesaplarında hastanenin ortasına eden kadını paylaşıp espri malzemesi yaptı.Kadının dolaşım sisteminin hastalıklı olup olmadığını düşünemedi. Akli dengesinin yeterli olup olmadığını tahmin edemedi. Akrabalarının, çoluğunun çocuğunun olup olmadığını bilemedi. Elektirikler gitmedi. Uydular çökmedi. Göktaşı tepemize inmedi. Kadın sıçtı. İnsanlar güldü. Gece oldu. Uykum geldi.  

Cuma, Mart 20, 2015

Koridor

Öyle güzeldi ki. Sessiz koridordu. Bembeyaz. Sandalyelerden birinde oturuyordum. Yanımda beyaz bir sedye vardı. O kadar. Biraz uzağımda morgun kapısı açıktı. Beyaz kapısı. Bahçeye güneş ışığı vuruyordu. O kadar sessiz ve huzurluydu ki. Morgun kapısı ileri geri gitmeye başladı. Kafamı oraya çevirdim. Islık gibi gıcırdaması melodi gibi geldi. Yankılanarak devam etti. Sonsuza kadar dinlerdim. Dünya beni orada unutsa hayır demezdim. Orada barıştım ruhumla. Beynim de koridor gibi bomboştu. İlk defa mutluluğa orada yaklaştım. Kafamı duvara yaslayıp bu enerjinin vücuduma girmesini bekledim. Daha fazla almak için nefes alacaktım ki morgun kapısındaki görevli beni tavandan aşağı düşürdü. Şaşkınlıkla yanına gittim. '' Görebilirsiniz. '' dedi. İçeri girdiğimde Babaannem yatıyordu. Ölü birine ilk defa bu kadar yakından bakıyordum. Yüzü normaldi. Sağ elimin işaret parmağımla yüzüne dokundum. Yaptığım hareket utanç vericiydi. İyi ki yanımda kimse yoktu. Onun öldüğüne üzüldüğümden değil de bu bilinmezlik karşısında çaresizlikten gözlerimden yaş geldi. Bir an yüzüne baktığımda kaşlarını çatmıştı sanki. Göz yanılması olup olmadığından emin değilim. Onu orada bıraktım. Koridor büyüsünü kaybetmişti. Evde ağlayanlar, tanıdıklar vs. Gömüleceği gün bahçede halamlarla otururken birden balkonun kapısınan Babaannemin bize baktığını gördüm. Vücudunun yarısı gözüküyordu. Hiçbir şey demedim. Hayal gördüğümü düşündüm. O an yanımdaki halam da diğer halama aynen şöyle dedi. '' Sevil, deli olduğumu düşüneceksin ama ben az önce balkonun kapısında annemi gördüm. '' O an ne yapabilirdim ki? Hiçbir şey demedim. Babaannem gömüldü. Herkes eve sığmaya çalıştı ve gece uyumaya çalıştı. Ben de salonda koltuğun üzerinde uyumaya çalışıyordum. Işık sönüktü. Uykuya dalmaya yakın mutfağın kapısının önünde babaannem bana bakıyordu ve ensesini tutuyordu. Balkonda gördüğümde de ensesini tutuyordu. Öylece özlermiş gibi, imrenirmiş gibi bakıyordu. Bedeni saydam ve beyaz gri karışımı tam anlamıyla hologram tanımına uyuyordu. Sessizce toplandım ve halamların odasına girdim. Aralarında yattım ve ağzımda sakızı unutup uyudum. Sabah kalktığımızda herkesin saçı başı sakız olmuştu. Daha sonra görmedim. Mezarına da gitmedim. Şiddetli bir yirmi yedi yaş krizi geçiriyorum. Hayatın çeyreği. Yaşayabileceğim her şeyi yaşayıp ne kadar işe yaramaz ve başarısız olduğumu gördüm. Başarılı gibi gözüksem de kimsenin yarasını saramadım ya da köleliği biraz daha körükledim. Bir bebekle tekrar doğarım diye düşünüyorum. Ona verebilecek bir şeyim ve umudum yok. Onu dünyaya neden getirdiğime dair tatmin edici cevabım olmayacak. Hiçbir şeye çare olmadığını daha çok berbat ettiğini ama çelişkiler içinde boğulduğunu görünce belki benim gibi güçlü olamayacak. Vicdanı ve gerçekler arasında sıkışıp kalacak. Bir aşk bebeği daha solup gidecek ve bu sadece kendi sorunu olacak. Benim suçluluğum bin kat daha artacak. Belki benim annemle konuştuğum anlar gibi gözyaşlarını tutamayacak. Ağladığımı izlememek için benden kaçacak. Hayattaki en büyük başarım çocuğumun karşısında ağlamamak olacak. Belki rol yapa yapa unuturuz ağlamayı. Belki mutlu etmek için gülümseye gülümseye unuturuz bunları. O gerçekten mutlu olur belki, ben de belki. Belki de hiçbiri olmaz. Yirmi yedi yıl savaşlarla, boş entrikalarla, saçma umutlarla, tutkularla, kursakta kırılmış heveslerle dolu. Bundan sonra da farklı olmayacak. Henüz dünyada ilahi devrim başlamadıkça. Dünyayı kana bulamadıkça. Dünya çapında özgürlük savaşı vermedikçe. Neden farklı olsun ki? Onca sanat denilen eserler ve vaazlar bir tecavüzü önleyemedikçe? Nasıl farklı olabilir androidle resmi çekilmiş bir tabak yemek yerini yurdunu terk etmiş ve artık gözlerine mülteci bakışı takmış insanın boğazından geçmedikçe? Milyonlarca benzer söylenmiş cümleler hep havada kalmışsa? Vicdanlar mühürlenmiş, kibirden bir iş yapamaz hale gelmişse? İnsanın bir tarafları acıyor ve boydan boya yarılıp kanıyor anlatabiliyor muyum? Boşa konuşmaktan. Boşa konuşmak öyle acı vericidir ki bir sınıfın siz bir şey anlatırken yüzünüze bakmaya gerek duymadığınızı düşünün. Ve bunun sebepleri milyonlarca ve hiçbir şey yapamadığınızı. Hadi o kadar kafama takmayayım o zaman. Hamallığımı ve eşekliğimi sineye çekeyim. Çekmezsem de bir yirmi yedi yıl savaşlarla geçsin. Geçsin geçsin ama çok çabuk geçsin. Beyaz koridora nasıl geldiğimi anlamayayım bile.