Cumartesi, Ocak 31, 2015

Hakan Günday: Piç

Hakan Günday'ın bütün kitaplarını okumama ramak kala artık eminim ki hayatında yaşadığı maceraları analiz ederek, hikayeleştirerek anlatıyor. Kinyas ve Kayra'dan sonra Piç romanı da gençlik yazını kategorisinde incelenmesi gerekenlerden biri.

Kitap hakkında alıntı yapıp, olaylardan bahsetmek istemem. Anlaşılan o ki, piçlik atlatılamamış ergen isyanının her daim devam etmesi için bütün yeteneklerin ve kaynakların hunharca kullanılmasıdır. Diğer insanların aklına gelmeyen her şeyse bu piçlik ve tercih meselesiyse kendi haline bırakılmaktan başka yapılacak yok gibi. Piçlik tam anlamıyla piçliktir. Bozulmuş bir uydu gibi dünyaya rastgele düşen, düştüğü gibi orada kalan. Fakat düştüğü için kimseyi de suçlamayan, sorgusu olmayan. Hayatı çok erken tüketmiş, sıkıntıdan kıvranan, ağaçtan kopan yaprak tanesi.

Gerçek hayatta da piçimsiler tanıdım. Maalesef en yeteneksiz ve kısa yoldan para kazanma derdi olan ya da düşüncesinin olduğunu zannedip kendine '' Tutunamayan '' diyen bile. Ama bir piç değillerdi. Piçler insan olmanın en temel onurunu korumakla görevli hiçbir işte tutunamayandır.

Kendine '' Tutunamayan '' diyen piçimsiler tanıdım demiştim. Kendine ait ideolojisi yolunda ilerlerken saygıdan yoksun, düşünceleriyle feci şekilde çelişen ve barındığı yere saygısı olmayan insanlığın yüz karası bir piçimsi. Belki piçler doğa tarafından cezalandırılıp feci şekilde ölebilirler. Ama piçimsiler kendi kendini cezalandırır. Ve dünyaya bıraktıkları bira şişelerinden başka kalmaz geriye. Diğerlerinin hikayesi vardır. Ne kadar ergence olsa da. Aslında Ergen deyip geçmemeliyim. İyi ya da kötü. Vasat ya da utanmazca, ergenlik değişim cesaretidir. Ama kantarın topuzunu kaçırmadan olmalı.


Benim piçliğim ise kazanarak kaybetmek. Madem kazanarak batıyoruz piçlere göre o zaman bunun sınırı olmamalı. Her mesleğin, her ideolojinin, her annenin bir miligram piçliğe ihtiyacı vardır. Yalnız piç bir anne çocuğunda azılı piçin ruhunu görüp birşeyler yapabilir. Yalnız piç bir anne çocuğu piç olsa da onu kabul edebilir. Piç ülkeler piçleri sınırdan geçirebilir. Devlet organlarına sızmış, diğer piçler tarafından anlaşılmış ve yol gösterilmiş piçler belki fakındalığı yaratabilir. Panzehir ise piçe piç. Piçimsiye acılı ölüm.  

Salı, Ocak 20, 2015

Peki ne olmalı?

Bütün gün kedinin mutluluğunu izleyip sinirleniyorum. Yemek yemekten, uyumaktan, perdenin arkasını kendisi için mekan belleyip kendi kendine yettiği için. Rahatsız olduğu hiçbir şey yok. Beni rahatsız etmekten zevk alıyor. Birkaç santimetre ötemde huzur varken ben neden huzursuzum? Çocukken kendime minderlerden ev yapıp dünyanın en mutlusu olabiliyorken şimdi karanlıkta kaçırmamak için bileğinden sımsıkı tuttuğum çocuğun yüzünü göremiyorum.

O nedenle bu nedenle... İstemediğimiz hayatı yaşamaktan zevk alır duruma o kadar gelmişiz ki istemediğimiz şeyleri inadına yapıyoruz. Acı çeke çeke, zevk ala ala. Çünkü başka çaremiz yok.
Mutluluk, vaad edilen özgürlük gibi asla gelmeyecek olan. Belki de gelir. Ama çok kan dökerek.
Bu gerçeği kabullenenler gerçeklere uçurtmanın ipi gibi yer yüzüne tutunmuş ama hayalleri süzülenlerdir. Herkes biliyor. Herkes farkında. Doğumumu planlanan, hayatı planlanan, planlarda ömür tüketen, yeterli veya yetersiz kişilerin kovalamacadan ibaret zavallı hayatında böyle olmaması gerektiğinin herkes farkında. Ve bir sapkınlık oluşmuş. İstenilmeyen eşyalar alınır. İstenilmeyen yerlere gidilir. Gerçekten istenip istenilmediğinin farkında olunmaz. Kararlarımıza reklamlar karar verir. Partnerimize hayat şartları veya dikte edilen imajlar karar verir çünkü. .

Bu yüzden biz sapkın insanlar bir ağacın gölgesinde en fazla beş saniye iyi hissederiz. Yapılacak işlerimiz vardır. Yine istemediklerimizin, olmazların peşinden koştuğumuz için dizlerimiz kanamıştır. Dikseklerimiz soyulmuştur. Nehirde sürünlenmek gibi yani. Sadece arkaya bakarız. Şimdi benim yaptığımsa kıyıya yüzüp birşeylere tutunmak. Ama şu an ikiye ayrılmış gibiyim. Bütün vücudum diş hassasiyeti acısı çekiyor. Bazen kör müyüm diye şüpheleniyorum çünkü bu kadar olmaz. Zaten sadece boyama ihtiyacı duyduğum gözümünse ileriden başka bir yeri göreceğini de zannetmiyorum. Arkasında gözü olan öğretmen bile geçmişini artık göremez.

Kaybetmenin tadı apayrı. Ama kantarın ucunu kaçırmadan kaybetmek gerekiyor. Biz piskopatlar bazen öyle şeyler yaparız. Kazanmak için herşeyi göze alsak da bazen kedi gibi bardağı milim milim masanın kenarına itekleriz. '' Benim iradem, benim seçeneğim. Kazanmak zorunda değilim. Kendi seçimimle kırdım. '' deriz. Bu bizi iyi hissettirir. İlişkilerde de öyle. Kırarız ama sonrasında bir üzüntü '' Ahlar.. Vahlar... '' Bunu hayatlar için de çekeriz. Biz hayal kurup '' Ah '' çekmek için buraya geldik. Yalan mı? Bunun böyle olmaması gerektiğini hepimiz iyi biliyoruz.

Peki ne olmalı? Yani ne olur da....



Perşembe, Ocak 08, 2015

Masamdakiler Kafamdakiler

Dosyamı tamamlamak için oturduğumda masanın üzerindekileri inceleyeyim derken yıllar geçerdi. Onların gölgelerini takip etmek için ömürler tükenirdi. Fakat zaman kazanmak için üstün körü ellerimle iteleyip kendime yer açmam gerekiyordu. '' Zamanı mı detaya uyarlayacağım yoksa detayı mı zamana uyduracağım? '' sorusu bana kalmıştı.

Saçımdan tutamla oynayıp bir tel kopardım. Sıkıntılarımdan biri eksilmişti. Bütün sorular ve sorunlar başımın üzerine özenlice toplanmış, yüzümü süslüyordu. Beni iyi gösteriyordu. Onları parlatmak için özel bakımlar yapıyorum daha iyi gözükmek için. Saçlarımdan kurtulma ümidim olmadığından onlarla anlaşma yoluna gidiyorum. Parlayan solucan bile olsa değerli gözükürdü. Belki kendi isteğiyle giderler kafamdan. Belki renk değiştirirler, kendilerinin eskiden sorun olduklarını unutturmak için beyaza bürünürler. Sorun olsalar da sonuçta başımın üzerinde yerleri var.

Tırnaklarımı uzatmaya başladım bunca yıl tırmanmakla meşgul oldukları için hep kısaydılar. Artık tırnaklarımla tırmanmayı bıraktım. Bacaklarımın nereye götüreceğini bilemesem de. Camdaki dalgalanan görüntüme baktığımda yüzümün içinde başka bir yüz var. Elimin altında başka bir el. Hangisi ruh hangisi beden bilmiyorum ama birbirinden ayrıldıkları artık görülüyor.

Toprağa basmak istiyorum. Suyu bile sevmiyorum artık. Bu ilizyonlardan, sahte cennetlerden kurtulmak için. İnsanı kendi aklı bile aldatıyor. Özümüze yapmadığımız işkence kalmadı. Böyleyken güdülerimiz dövüldü. İnsanı yürüyen cesetten ayıran; tepki vermesi, gülmesi ve parlamasıydı.

Umut, umut yok ama bir şeyler beslenebilir. Bebek olur. Hayvan olur. Bitki olur ama umut beslemek için çok büyük bu dünya için. Hala umut besleyebilen yüzü olmayan bir iki yüzlü olarak buna ulaşmak için çok zaman harcadım. Şimdi harcamaya hiç vaktim kalmadı. Sadece elimin tersiyle bir şeyleri itip şu dosyamı tamamlamam lazım.



Cuma, Ocak 02, 2015

Pineal Bez (Epifiz) Pineal Gland (Maddi Mana Yapısıyla 3. Göz Berzah Organımız)


Deniz seviyesinde en düşük, dağların zirvesinde en yüksek seviyeye çıkan epifizin bu özelliğini en çok bazı ibadethanelerin ve inziva yerlerinin seçilişinde görmekteyiz. Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) dağda bulunan Hira Mağarası’nda, Bediüzzaman Hazretleri’nin yüksek dağlarda inzivaya çekilmesi, eski Hristiyan manastırlarının yüksek dağlarda yapılması ve birçok evliyanın dağlık bölgelerde yetişmesinin hikmetlerinden birisi epifizin bu durumu ile alâkalı gibi görünmektedir.


Nitekim “ışık terörü” olarak isimlendirilen vakada, aşırı parlak ve bol ışıkla aydınlatmanın yapıldığı yerlerde epifizin sağlıklı işleyişi bozulmaktadır. Bu da başta uykusuzluğa ve bunun neticesinde kronik stres ve bağışıklık sistemi zâfiyetlerine sebep olmaktadır.


Diğer beyin yapılarına benzer şekilde epifiz, ilâçlı veya ilâçsız uyarılabilmektedir. Son yıllarda kullanılmakta olan fiziko-kimyevî yapıdaki ilâçların tesirlerinin üçte birinin tamamen kişinin o ilâç vesilesiyle şifa bulacağına inanmasına, Allah’ın Şâfî ismine inanıp güvenmesine, ümit ve moralini yüksek tutmasına bağlı olduğu gösterilmiştir.


Bu yüzden kişi, yaptığı dualar, ibadetler, yakarışlar, inzivaya çekilmeler, telkinler yoluyla da epifizdeki nörohormonların sentezinin artmasına yol açabilmektedir. Epifiz bezinden üretilen moleküller, uygun enzimlerin varlığında serotonine de dönüşebilmektedir. Nitekim, kişi zikir ve ibadetlerini düzenli olarak yaptığında, epifiz bezini daha çok serotonin üretecek şekilde de uyarabileceği belirtilmektedir.


Günümüzde problemlerin yaklaşık % 75’lik kısmı, mânevî tatmin eksikliğine dayanan stres ve depresyonla alâkalıdır. Melatonin seviyelerinde ve sentezinde azalma olmadığı sürece, stresle ilgili problemler de çok az ortaya çıkmaktadır. İnanan ve ibadet eden kişilerde bunamaya pek rastlanmamaktadır. Kişinin sevgi üzerinde olması; ümit, aşk, şevk, inanma kuşağında yaşaması, epifiz faaliyetinde azalmayı önleyici bir sosyal hayat tarzıdır.


Yapılan araştırmalar, mistik tecrübelerin ve zikirlerin, bir arada yapılan dinî sohbetlerin, bağışıklık sistemine olumlu tesir ettiğini göstermektedir.

Yavuz Tellioğlu'nun fotoğrafından alıntıdır.