Pazartesi, Ağustos 25, 2014

Yankılananlar

Kelimede vücut bulmamış düşünceler henüz yaratılmamış insan gibi. Yaratılmamanın verdiği huzur, masumluk ve güven hissi. Vücut bulmayanın özgürlüğü, taş derin koridorlarda yankılananın verdiği boşlukta insanın özüyle çarpışır kimi zaman. Kelimeye dökülen; vucüttan atılmış, yabancılaşmış, yaban ellere terk edilmiştir artık. Sokağa bırakılan çocuğun başına ne gelirse kelimelerin de başına o gelir. Yaratıcının vücut bulmuş düşünceleri insanlar, kemik ve et giydirdiği düşüncelerine ne kadar sahip çıktığı muallaktır. Kimin, dışarı atılmış eksik varlıklara neler yapacağı insanın sonsuza kadar takibinde olamaz. Çünkü insan da yaratıcının eksik varlığıdır. En güzel kelime söylenemez miydi? Yaratıcı yoksa bu yetiye sahip değil mi? Tükenen dünya tükenenlerle idare edilir. Fakat insan eksik olsa da düşüncede yaratıcıyla kusursuzlukla buluşur. Birbirlerini anlarlar. Kelimelerin birbirini anlamaması normaldir. Düşünceye en yakın kelime doğuş anında elden kayan tabak gibi işlevsiz. Düşmemek için gözlere, ellere, gövdeye, kollara, dudakları yanına almaya ihtiyaç duyar. Duygular düşünceyle arkaşdaşsa bu tam olarak gerçekleşebilir. Duygular kadına biçilmiş rol gibi düşünceleri ateşleyici, arkasını kollayan olmalıdır. Düşünce erkeğe biçilen rol gibi lider olmalıdır. Fakat duygu lider olduğunda ya da ikisi liderlik koltuğunu paylaştığında kıyamet denen gerçekleşebilir. O zaman konuşmalar ve kelimeler geride kalmıştır. Benlik kendini bulmuştur. Bu denge insanın doğumunun ilk anı, ilk düşünce belirtisi kadar saftır. Taş duvarların emip püskürdüğü derin yankı boşluğu kadar bağımsızlık ateşi dengeleri yakmıştır. Denge yok, kelime yok, eksikler eskide, düşünce ve duygu bir olmuş, Bir'in kusursuzluğuyla bütünleşmiştir.