Perşembe, Şubat 07, 2013

Otomatik Portakal


Yönetmenliğini Stanley Kubrick’in yaptığı, Anthony Burgess’in aynı adlı kitabından uyarlanan, 1971 yılında gösterime giren  Amerikan filmidir. Ahlaki değerlerin birbirine karıştığı, iyi ve kötü kavramlarının evrensel anlamlarını kaybedip bireysel çıkarların aleti olduğu bir toplumda, gençlerden oluşan 4 kişilik çetenin düştüğü durum ve o çete içinde liderlik konumunda olan Alex tutuklandıktan sonra topluma kazandırılma macerasını anlatır. Yani çarpıklık içinde çarpıklıktır. Böyle bir kaos içinde yargı da nasıl sağlıklı olabilir ki? Britanya’da endüstri sonrası gelişimler filmde bir tane aklı başında adam bırakmamıştır.İşin ilginç yanı ise gündelik hayata çok benzemektedir. Çoğu insan bir çetenin mensubu değil, devamlı tutuklanmıyor da fakat Alex’in hapishanede topluma kazandırılma amacıyla yaşadıkları, günümüz insanına uygulanan yönlendirici, beyin yıkayıcı etmenler ne kadar da benzemektedir. Çoğu insanın duydukları gördükleri karşısında süt dökmüş kedi gibi olmaktan başka çareleri kalmıyor. Ne savaşa girmesine gerek kalıyor ne de bir kötülüğün, suçun üstüne gitmesine. Daha başlamadan yorgun düşüyor insanlar. Bazıları televizyona suç atar, ‘’ Ne biçim diziler! ‘’ ‘’ Ne saçma programlar!’’ Biliriniz ki bu arz talep meselesidir. İnsanlar bunları izlemeye mecbur bırakılıyor. Haberleri izlemekten hoşlanmazlar, gazete okumayı sevmezler çünkü hepsi  tehdit ediyor. Zaten para kazanma kaygısı olan insanlar bu tip olayları duymaktan hatta çarpıtılmış, karartılmış, üzerinde oynanmış, yalan yanlış… Nefret ediyorlar. Bir suçlunun yaratılması asıl suçken, cellatlar fellik fellik suçlu ararlar suçunu kabul ettirirler çünkü o suçlu da doğuştan suçlu olacağını kabul etmiş. Rahattır Alex. Özgür olduktan sonra yeni suçlarını işlemesi için toplum onu işlemeye devam edecektir. 

Hiç yorum yok: